Atatürk'ün Hayatı
Atatürk'ün Hayatı
Osmanlı devletine bağlı bir vilayet olan Selanik’te 1881 yılında gözlerini hayata açan Mustafa Kemal Atatürk 3 katlı pembe bir evde dünyaya geldi. Babası Ali Rıza Efendi Annesi ise Zübeyde Hanım’dır. Atatürk babasını çok erken kaybetti. Bu üzüntüyü üzerinden uzun bir dönem atamadı. Babası eğitime çok önem veriyordu. İlkokul öğrenimini Selanik’teki Şemsi Efendi İlkokulunda okudu. Devamında Selanik Askeri Rüştiyesi (Ortaokul) sonra ise Manastır askeri lisesinde eğitimine devam etti. Askeri okullarda eğitimini sürdürerek 1905 yılında kurmay yüzbaşı olarak askeri eğitimini tamamladı.
Mustafa Kemal sırasıyla 1905 Şam, 1907 Makedonya,1909 yılında ise İstanbul’da Hareket ordusunda etkin görevler aldı. 31 Mart olayını bastıran grup içerisinde çok önemli görevler almıştır. Hemen sonrasında Makedonya ayaklanmasını bastırarak askeri meziyetlerinin birçok üst düzey komutan tarafından görülmesini sağladı. 1911 yılında Trablusgarp’a görevlendirilmesi yapılarak burada isyanın bastırılmasını ve İtalyan kuvvetlerin geri çekilmesini
sağladı. Süreç devam ederken Balkan savaşlarının çıkmasından ötürü 1912 – 1913 tarihleri arasında buraya kaydırıldı. Edirne’nin Bulgaristan’dan alındığı orduda önemli görevler üstlenerek başarının mimarlarından biri oldu. En büyük ününü ise 1915 yılında Çanakkale cephesinin korunması sürecinde üstlendi. Bu sebeple Anafartalar kahramanı unvanını aldı. Bu olaydan sonra çok fazla tanınan bir asker olmayı başardı.
Çanakkale cephesindeki üstün başarısından ötürü Doğu cephesine atandı ve burada generalliğe yükseltildi. Dünya savaşı sonrasında yurda saldıran Rus güçlerinden Muş ve Bingöl’ü aldı. Sonrasında 7. Kolordu komutanı olarak ataması yapıldı.
Yurdun içerisinde bulunan durumu çok net bir biçimde gören Mustafa Kemal Atatürk 1919 yılında resmi yollarla bir şekilde Samsun’a geçerek burada milli mücadelenin başlaması adına ilke temelleri atmaya başlamıştır. 1919 yılı içerisinde 3 tane önemli kongreye imza atan Atatürk sonraki süreçte Resmi görevinden el çektirilmesine rağmen halkı bilinçlendirmeye ve ülkenin bölünmesine engel olan faaliyetlerine devam etmiştir. Bu kongrelerin genel amacı ülke işgaline karşı halkı bilinçlendirmek ve vatanı savunacak geçici bir hükümeti kurmaya çalışmaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve yoğun çabaları nihayet sonuç vermeye başlamış 23 Nisan 1920 yılında kurulan mecliste Mustafa Kemal meclis başkanı seçilmiştir. İlk mecliste alınan ilk kararlardan biri de Sevr anlaşmasının geçersiz sayılacağı ibaresidir.
İtilaf devletlerinin destekleriyle İzmir’i işgal eden Yunan ordusunun ilerlemeleri birinci ve ikinci İnönü savaşları ile durdurulmuş oldu. Bu savaşlarda çok önemli başarılar elde eden dağınık Türk ordusu düzenli orduya geçilmesi halinde çok daha önemli başarılara imza atacağını da göstermiş oldu. Nitekim sonrasında yaşanan Sakarya Meydan savaşı zaferle sonuçlandı ve Türk ordusunun gücü de bu yolla öğrenilmiş oldu. Lozan Anlaşması ve sonrasında yaşananlar ise tamamen yeni Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin atılmasına yönelik atılımlardır. Ölüm tarihi olan 10 Kasım 1938’e kadar Yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetini Milletler cemiyetine (1932), Balkan antantı (1934), Montrö Boğazlar Anlaşması (1936) ve Sadabat Paktı (1937) gibi kuruluşlara üye ederek ülke açısından çok önemli anlaşmalara imza attı. 57 yıl süre bu yaşamı aslında yüzlerce yıl sürecek bir destanın anlatımı gibidir.
Kişiliği
Mustafa Kemal Atatürk, çok yönlü
ve üstün kişiliği olan bir liderdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes
Anlaşması'yla ortaya çıkan tehlikeli
durumu ilk olarak görüp milletin dikkatini
çeken odur. Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi'nde, vatanın bütünlüğünün ve
milletin istiklalinin tehlikede olduğunu söyledi. Erzurum Kongresi'nde, milli
sınırlar içinde vatanın parçalanmaz bir bütün olduğunu bütün dünyaya ilan etti.
Kurtuluş Savaşı'nı bunun için başlattı. Bu konuda hiçbir taviz vermedi. Vatan
savunmasını her şeyin üzerinde tuttu. Sakarya Savaşı sırasında "Vatanın her karış toprağı, vatandaşın
kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz" diyerek bu konudaki
kararlılığını gösterdi. Vatanı için her şeyini feda etmeye hazır olduğunu şu
sözü ile açıkça ifade etmiştir: "Yurt
toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz.
Fakat sen Türk Milleti'ni ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın.".
Mustafa Kemal, vatanı ve milleti
için canını feda etmekten kaçınmazdı. Daha Çanakkale savaşları sırasında
Anafartalar grubu komutanı iken en ön safta savaştı. Bu savaş sırasında
Atatürk'e bir şarapnel parçası isabet etmiş, fakat sağ cebinde bulunan saati
kendisini ölümden kurtarmıştı. Sakarya Savaşı sırasında ise atından düşmüş ve
kaburga kemikleri kırılmıştı. Buna rağmen cepheden ayrılmamış, savaşı sedye
üzerinden yönetmişti.
Mensubu olduğu Türk Milleti'ni
sonsuz bir aşkla seven Mustafa Kemal Atatürk, milleti için her türlü zorluğa
katlanmış ve kendini ona adamıştır. Onun "Ben,
gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim" sözü, milletini ne kadar
çok sevdiğini göstermektedir.
İdealist
Yönü
Mustafa
Kemal Atatürk, idealist bir liderdi. Onun idealizmi, yüksek vasıf ve
kabiliyetlerine inandığı milletinin sonsuz hürriyet ve bağımsızlık aşkından
kaynaklanıyordu. Mustafa Kemal'in en büyük ülkülerinden birisi de milli birlik
ve beraberlik içerisinde vatanın bölünmez bütünlüğünü sonsuza dek yaşatmaktı.
Mustafa
Kemal Atatürk'ün en büyük ideali, milli sınırlarımız içinde milli birlik
duygusuyla kenetlenmiş uygar bir toplum oluşturmaktı. Vatanı kurtaran, hür ve
bağımsız Türkiye idealini gerçekleştiren Mustafa Kemal, yeni Türkiye'yi
modernleştirmek amacı ile çağdaş medeniyet idealine yöneltmiştir.
Atatürk'ün
en büyük ideallerinden birisi de milletler arasında kardeşçe bir insanlık
hayatı meydana getirmekti. İdeallerini gerçekleştirmek için çok çaba harcadı.
Bu çabalarına örnek olarak 1934'te imzalanan Balkan Antantı, 1937'de imzalanan
Sadabat Paktı gösterilebilir.
İnkılapçı Yönü
Atatürk'ün
inkılapçılığı, akıl ve mantığın toplumsal gelişmeye egemen kılınması esasına
dayanır. Onun şu sözü akıl ve
mantığa verdiği değeri en güzel şekilde ifade
eder: "Bizim akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek en büyük
özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidir.".
Atatürk'ün
inkılapçılığı, akıl ve mantığın toplumsal gelişmeye egemen kılınması esasına
dayanır. Onun şu sözü akıl ve mantığa verdiği değeri en güzel şekilde ifade
eder: "Bizim akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek en büyük
özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidir".
Mustafa Kemal'in
olaylara yaklaşımı hep mantıklı ve gerçekçi olmuştur. Milletine hep hakikatleri
söylemiş ve bunu tavsiye etmiştir. "Milleti aklımızın ermediği, yapmak
kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak
geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz" sözü çok anlamlıdır.
O, akıl ve bilime çok önem verirdi. Gerçeğe akıl ve bilim yoluyla ulaşılacağına
inanan Atatürk, "Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için,
muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir" sözü ile bunu en
güzel şekilde açıklamıştır.
Mustafa Kemal,
yaratıcı düşünceye sahip bir liderdi. Türk Milleti'ni Kurtuluş Savaşı'na
hazırlarken düşmanı yurttan atmak için savaşmak gerektiğine halkını
inandırmakla işe başladı. Yapacağı işlerin planını en ince ayrıntılarına kadar
tespit edip bunları uygulamak için değişik yöntemler denedi. Sakarya Savaşı
öncesinde, ülkenin kaynaklarından en verimli şekilde yararlanılmasını
sağlayarak ordumuzun ihtiyaçlarını karşıladı.
Atatürk, bütün
inkılaplarını gerçekleştirmeden önce, kamuoyunu hazırlamaya, millete
inkılapların gerekliliğini anlatmaya büyük bir özen göstermiştir. Ona göre:
"Milleti hazırlamadan inkılaplar yapılamaz". Atatürk, yurt
gezilerinde halkla konuşmalar yaparak bunu gerçekleştirmiştir.
Gerek Kurtuluş
Savaşı'mızın başarıyla sonuçlanması, gerek gerçekleştirilen inkılaplarla,
Türkiye'nin çağdaşlaştırılması onun dehasının bir eseridir. Başarılı olmanın sırlarından
birisi de sabır ve disiplindir. Mustafa Kemal Atatürk, her engeli sabır ve
disiplin ile aşıp Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştıran bir liderdir.
sonra verirdi. Verdiği
kararı uygulamaya koyarken uygun zamanı beklerdi. Zamanlamaya çok önem verirdi.
Samsun'a çıkmadan çok
önce, millet egemenliğine dayanan bağımsız yeni bir Türk devleti kurmayı
düşünmüştü. Bu fikrini, o zaman açıklamadı. Samsun'a çıktıktan bir süre sonra
vatanın kurtuluşu ile ilgili fikirlerini uygulamaya başladı. Kongreler topladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı
zaman, saltanatı kaldırıp cumhuriyet yönetimini kurmayı düşünüyordu. Fakat
mecliste saltanat yanlıları olduğundan zamanlamayı uygun görmemişti. Ancak
Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştıktan sonra açılan ikinci meclis döneminde
Atatürk'ün önderliğinde saltanat kaldırılıp cumhuriyet ilan edilmiştir.
Atatürk, Milli
Mücadele'nin kazanılmasından sonra yaptığı inkılapları çok önceden planlamıştı.
Ancak, bunları uygulayacak ortam sağlanıncaya kadar büyük bir sabırla bekledi
ve tam bir disiplin ile düşündüklerini gerçekleştirmeyi başardı.
İleri Görüşlü Yönü
Mustafa
Kemal Atatürk, daha Birinci Dünya Savaşı devam ederken Osmanlı Devleti'nin
hızla felakete doğru sürüklendiğini görüp çareler aramaya başlamıştır.
Ülkemizin içinde bulunduğu durumu en doğru şekilde tespit etmiş ve ilerisi için
en doğru kararları almıştır.
Atatürk,
ileri görüşlü bir devlet adamıdır. Atatürk'ün 1932'de Amerikalı General Mc.
Arthur'la yaptığı bir konuşma, bunu en iyi şekilde ortaya koymaktadır. Atatürk
bu konuşmasında; Avrupa'da Almanya'nın Versailles Antlaşması'nı ortadan
kaldırmaya çalışacağını söylemiştir. Avrupa'da savaş çıkarsa, bundan
Bolşevikler'in yararlanacağını; Sovyet Rusya'nın yalnız Avrupa'yı değil,
Asya'yı da tehdit eden başlıca kuvvet halini alacağını belirterek, İkinci Dünya
Savaşı ve sonrasındaki gelişmeleri önceden görebilmiştir.
Atatürk'ün
gençlere söylediği "Yolunda
yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini
de görmesi ve bilmesi lazımdır." sözü, onun ileri görüşlü bir
lider olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Açık Sözlülüğü
Mustafa
Kemal Atatürk, doğru bildiği şeyleri açıkça söylemekten çekinmezdi. Şu sözleri
bunun en güzel örneğidir: "Ben
düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumu olmayan
bir sırrı kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk
adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim.".
Büyük adamları ancak büyük milletler yetiştirir. Toplumların büyük adamlara
ihtiyacı en çok bunalımlı dönemlerde ortaya çıkar. Toplumları, bunalımlı
dönemlerden ancak büyük liderler kurtarır. Mustafa Kemal Atatürk, bu
özellikleri taşıyan çok yönlü bir liderdir. O, Milli Mücadele'nin önderi, Türk
inkılabının hazırlayıcısıdır. Ayrıca birleştirici ve toplayıcı bir lider, büyük
bir asker ve teşkilatçı bir devlet adamıdır. Bütün bu yönleriyle çağa damgasını
vuran bir dahidir.
Eğitim Ve Öğretimi
Bakış Açısı
Atatürk,
eğitimi sosyal ve kültürel kalkınmanın en etkili araçlardan biri olarak
görmüştür. Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra yeni devletin varlığını
sürdürebilmesi için çağdaş eğitim metotlarıyla yetiştirilecek bir nesle ihtiyaç
vardı. Bu sebeple eğitim konusuna büyük bir önem verdi. Kurtuluş Savaşı'ndan
sonra kendisine sorulan "işte memleketi kurtardınız, şimdi ne yapmak
istersiniz?" sorusuna Atatürk: "Maarif vekili olarak milli irfanı
yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir."cevabını
verir. Türk Milleti'nin aydınlık yarınları için elinde tebeşir, kara tahta
başına geçerek Türk Milleti'ne okuma-yazma öğreten Atatürk, milleti tarafından
başöğretmenliğe layık görüldü. O, maarif vekili olmadı ama modern bir eğitim
politikasının esaslarını belirleyip eğitim alanında büyük inkılaplar yaptı.
Öğretim programlarının hazırlanmasıyla ilgili komisyonları yönetti, ders kitabı
yazdı, kürsüye çıkıp ders verdi. Milletin eğiticisi oldu. Atatürk, eğitimin
toplumun ihtiyaçlarına cevap vermesi ve çağın gereklerine uygun olması
gerektiğini belirtmiştir.
Sanata Bakış Açısı
Atatürk,
Türk milletinin manevi ihtiyaçlarının da karşılanması gerektiğini biliyor ve bu
nedenle kültürel kalkınmaya büyük önem veriyordu. Atatürk, Türk kültür ve
sanatını dünyaya tanıtmak için çok çalıştı. Bu konuda araştırmalar yapılmasını,
sergiler açılmasını ve kültürle ilgili kongreler düzenlenmesini teşvik etti.
Sanat ve sanatçılar hakkında takdir ve teşvik edici sözler söyledi. Bunlardan
bazıları: "Sanatsız kalan
bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.", "Hepiniz
mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz,
fakat bir sanatkar olamazsınız.",
"Bir millet,
sanat ve sanatkardan mahrum ise tam bir hayata malik olamaz". Atatürk, sanatçı yetiştiren kurumlar açtı. Çağdaş
Türk sanatını geliştirmek amacıyla Avrupa'ya resim, heykel ve müzik öğrenimi
için gençler gönderdi. Bu durum, onun sanata ve sanatçıya ne kadar önem
verdiğini gösterir.
Yönetici Ve İdareci
Kişiliği
İyi bir yönetici, milletinin huzur ve saadetini sağlamak için çalışır.
Mustafa Kemal Atatürk, bütün hayatı boyunca bunu yapmaya çalıştı. Milleti için
çalışmayı bir görev saydı. "Millete efendilik yoktur. Hadimlik vardır.
Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur" sözü ile yöneticilerde
bulunması gereken özelliği belirtmiştir. Mustafa Kemal, hayatı boyunca Türk
devletinin ve milletinin çıkarlarım kendi çıkarlarının üstünde tutan, ender
devlet adamlarından birisidir. Savaştaki kahramanlığı kadar, devlet kurup
yönetmedeki ustalığı, ileri görüşlülüğü ve barışseverliği ile Atatürk, tarihte
eşine az rastlanan bir yöneticidir.
Atatürk'ün birleştirici ve bütünleştirici özelliği sayesinde, Milli
Mücadele başarıya ulaşmıştır. Atatürk, Milli Mücadele'nin karanlık günlerinde,
değişik fikirlere sahip insanları bir mecliste, kendi etrafında toplamayı
başardı. Kısacası, Atatürk'süz Milli Mücadele düşünülemezdi. Atatürk'ün
birleştirici gücü, kişisel özelliğinden ve karakterinden geliyordu. O, yalnız
askerlerin değil, sivil halkın da güvenini kazanmıştı.
Atatürk'ün bu üstün meziyetleri, sıkıntı ve bunalım içinde bulunan
insanların, ona sevgi ve saygıyla bağlanmasını sağladı. Atatürk, tarihte büyük
devletler kuran ve yüksek bir medeniyet meydana getirmiş olan Türk Milleti'nin
büyüklüğüne inanan ve bununla gurur duyan bir insandı. Atatürk; kahramanlık,
vatan sevgisi, çalışkanlık, bilim ve sanata önem verme gibi değerlerin,
Türklüğün yüksek vasıflarından olduğunu ifade etmiştir. O, milletinin bu
özelliklerini her fırsatta dile getirip insanlık ailesi içinde layık olduğu
yeri almasına çalıştı. Milletimizin yüksek karakteri, çalışkanlığı, zekası ve
ilme bağlılığı ile milli birlik ve beraberlik duygusunu geliştirmeyi başlıca
ilke kabul etti. Ona göre: "... Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı
ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek
medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.".
Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra başlayan işgal günlerinde, toplumu
olaylar karşısında yönlendirecek bir öndere ihtiyaç vardı. İşte o karanlık
günlerde Atatürk, milletine rehber oldu. Anadolu'ya geçerek kongreler topladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasını sağladı. Milli Mücadele, Atatürk'ün
önderliğinde başarıya ulaştı. Türk Milleti'nin her alanda çağdaşlaşmasını hedef
alan inkılaplar onun önderliğinde gerçekleşti. O'nun ilke ve inkılapları, Türk
milletine günümüzde de rehber olmaya devam etmektedir. Mustafa Kemal Atatürk,
askeri zaferlerini ve başardığı inkılapları kendisine mal etmemiştir. Büyük
eserlerin, ancak büyük milletle başarılabileceğine inanan bir önderdi.
Atatürk'ün, milletine sonsuz bir güveni vardı. Türk milletinin geçmişte
olduğu gibi büyük hamleler yapacağına bütün kalbiyle inanmıştı. Şn ve şerefle
dolu tarihindeki başarılarına yenilerini ilave edeceğine bütün kalbiyle
inanmıştı. O, "Atatürk Zaferleri" denmesinden hoşlanmazdı.
"Atatürk İnkılapları" sözünü reddeder, "Türk İnkılabı"
sözünün kullanılmasını isterdi. Bütün başarıları milletine mal etmekten zevk
duyardı. Mustafa Kemal bir konuşmasında "Milli Mücadele'yi yapan
doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır." demişti.
Mücadeleci Yönü
Atatürk,
kararlı ve mücadeleci bir liderdi. Güçlükler karşısında yılmayan, ümitsizliğe
düşmeyen kişiliği onun Milli Mücadele'nin lideri olmasını sağlamıştır. Samsun'a
çıktıktan sonra, Kazım Karabekir Paşaya çektiği bir telgrafta, o günlerdeki
ağır durumu belirttikten sonra "Bununla beraber bütün umutlar
kaybolmuş değildir. Memleketi bu durumdan ancak Türk milletinin mukavemet azmi
kurtarabilir."diyordu.
Eskişehir-Kütahya Savaşları'ndan sonra Yunanlılar, Ankara'ya doğru ilerlemeye
başladıkları zaman, Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
başkomutanlık görevine getirilmişti. Başkomutan olarak yaptığı ilk
konuşmasındaki "Milletimizi
esir etmek isteyen düşmanları, behemehal (ne yapıp edip) yeneceğimize dair
güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır."sözleri
onun hiçbir zaman ümitsizliğe yer vermediğini ve mücadelesindeki kararlılığı
gösteren başka bir örnektir.
Disiplinli Çalışması
Atatürk,
bütün çalışmalarını bir plan dahilinde yapardı. Bir işe karar verdiğinde; bu
kararı bütün yönleriyle inceler, en iyi sonucu alacak şekilde uygulamaya
geçerdi. Mustafa Kemal, yapacağı inkılapları önceden düşünmüş, kamuoyunu bu
değişiklikler konusunda aydınlattıktan sonra inkılaplarını yapmıştır. Kurtuluş
Savaşı'nın planını, İstanbul'dan Anadolu'ya geçmeden önce yapmış ve bunu yakın
arkadaşlarıyla tartışmıştı. Zamanı geldikçe düşündüklerini uyguladı. Uygulamaya
başladıktan sonra hiç taviz vermedi. Bütün hayatı boyunca metotlu çalışmayı hiç
bırakmadı.
Hümanist Ve Barışçı
Yönü
Atatürk, kendi milletini ve bütün insanları samimi duygularla seven, iyi
kalpli bir insandı. Bütün milletleri bir vücut, her milleti de bu vücudun bir
organı olarak görürdü. Dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık varsa
ilgisiz kalamazdı. "İnsanları mesut edecek tek vasıta, onları
birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve
manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir." derken
insanlar için ne kadar iyi duygular beslediğini açıklıyordu.
Atatürk, kendi milletini ve bütün insanları samimi duygularla seven, iyi
kalpli bir insandı. Bütün milletleri bir vücut, her milleti de bu vücudun bir
organı olarak görürdü. Dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık varsa
ilgisiz kalamazdı. "İnsanları mesut edecek tek vasıta, onları
birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve
manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir." derken
insanlar için ne kadar iyi duygular beslediğini açıklıyordu.
Atatürk, çocukları ve gençleri çok sever, onların en iyi şartlarda yetişip
yükselmesini isterdi. Çünkü bir milletin ancak iyi nesiller yetiştirebilirse
yükseleceği düşüncesini taşıyordu.
Atatürk, insanlara değer vermiş, insanlığın hizmetinde çalışmayı amaç
edinmiştir. Romanya dışişleri bakanı ile yaptığı bir konuşmada insanlık
ailesinin yerini ve değerini şu sözlerle belirtmiştir: "İnsan, mensup
olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya
milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne
kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye
elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki bu
yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna
çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir".
Atatürk, barışa önem veren bir liderdi. Ona göre barışın bozulmasından
bütün dünya ülkeleri ıstırap duymalıydı. Anlaşmazlıkların ortadan kalkması,
insanlığın başlıca dileği olmalıydı. Dünyada yalnızca sevgi egemen olmalıydı.
Atatürk'ün bu sevgi anlayışının nedeni insana duyduğu saygıdır. Onun "Yurtta
sulh, cihanda sulh !" sözü barış idealinin simgesi haline gelmiştir.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk Gençliği!
Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini,
sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en
değerli güven kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu
kaynaktan yoksun etmek isteyen kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını
ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan; ödeve atılmak için, içinde
bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanaklar
ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak
isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış
olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri
alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun
her köşesine düşman girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve
korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık
içinde olabilirler. Üstelik, hainlik de yapabilirler. Daha kötüsü, iş başında
bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal
erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve
bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin gençliği!
İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını
ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu
kanda vardır!
Ardından
Ne Dediler
Afganistan
Eski Afgan Kralı : Emanullah Han
Roma'da
evimizde idik. Radyo dinliyorduk. Kara haberleri öğrenince ne hale geldiğimizi
bilemezsiniz. Kalbimizden vurulmuş gibi olduk. Gazetelerin verdiği bilgi
yasımızı tümüyle artırdı. "Çocuklarım
siz kalınız, ben gidip Büyük Ata'nın kaybı karşısındaki elem ve üzüntülerimi
ona kendi huzurunda belirtmek istiyorum." dedim.
İstanbul'a
bu amaçla tamamen özel olarak geldim. Eğer gelmeseydim bu sonsuzluğa göçen
büyük insanın önünde ağlamasaydım, bu sonsuz ayrılığa katlanamazdım. Ona saygı
görevimi yapabilmek için İstanbul'a geldim. Gelir gelmez saraya gittim. Büyük
arkadaşımın tabutu önünde durdum, eğildim, ağladım.
Acım
Türk Milleti'nin acısı kadar büyüktür. Sevdiğim Türk Milleti'ne baş sağlığı
dileğimin sunulmasına aracılığınızı dilerim.
O büyük
insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük
önderdi.
Almanya
Alman Völkischer Beobachter
Gazetesi
Atatürk
Türkiye'yi tek düşmanı kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet
şefinin başaramadığıdır.
Alman Ajansı
Türkiye'nin
kendisine hudutsuz bir minnet duyduğu Büyük Kurtarıcı Atatürk'ün hayatı,
Almanya'da olduğu kadar iyi, hiçbir yerde ne anlaşılacak, ne de takdir
edilebilecektir. Zira Almanya aynı yoldan geçmiştir. Türkiye'ye kabul ettirilen
barış anlaşması, topraklarının hayati kısımlarını kendisinden koparıp alıyordu.
Millî Kahraman Atatürk, memleketini kurtarmayı ve millî bir geleceğin
temellerini atmayı başardı. Memleketini görüşmelerle ve Cenevre metodlarıyla
kurtaramıyacağına inanarak mücadele yolunu seçti. Bunda yalnız çelik bir irade
ve kuvvet başarısı olabilirdi. Memleket içindeki eseri, daha az hayranlığa
layık değildir. Almanya, ATATÜRK'ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda,
tarihi eseri, özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak
kudretli bir kişilik görmektedir.
Amerik Birleşik Devletleri
A.B.D. Başkanı : John F. Kennedy
(10 Kasım 1963)
Kemal
Atatürk'ün ölümünün 25. Yıldönümünü anma törenine katılabilmekten şeref
duymaktayım. Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi
başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri
görüşlü anlayışını ve bir akseri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini
hatırlatmaktadır.
Çöküntü
halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin
özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan ve o zamandan beri
koruması, Atatürk'ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği
derin ve geniş inkılaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha
başarı ile gösteren bir örnek yoktur.
Amerika Birleşik Devletleri
Başkanı : Franklin Delano Roosevelt
Benim
üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya
gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, Mustafa Kemal Atatürk ile tanışmak
hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.
Kemal
hakkında almış olduğum malûmat çok tazedir. Bu husustaki bilgilerimi kendisini
çok iyi tanıyan birisinden temin ettim. Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği
Hükümeti'nin tanınması hakkında Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile
görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade
dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana verdiği cevapta:
Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının bugün Avrupa'da yaşamadığını, bunun
Türkiye Cumhurreisi Mustafa Kemal olduğunu söyledi.
Ülkesine
bağlılığı, kendisine bütün dünyanın saygısını kazandıran Atatürk.
Fransa
Fransız Gazetesi Noelle
Atatürk
iyi kalpli, insan bir adam, Türk Milleti O'nun kişiliğinde kendini buluyor.
İnsanlığın bütün belirtileri O'nda kendini hemen gösteriyor.
Fransız Yazarı Claude Farrere
Eğer savaşı kazanmış ve daha da kazanacaksa, O, barışı da
yapacaktır. Sözüme inanın ve sizlere önceden haber vereyim ki, O bunu iyi
yapacak, herkesin düşündüğünden daha eksiksiz ve şimdiye kadar kimsenin
ulaşamadığı bir başarı ile yapacak.
Fransız Gazetesi Maurice Pernot
Atatürk'ün
kendine özgü dehasının asıl belirdiği nokta, milletinin canlılık ve
çalışmalarını tehlike geçtikten sonra da görmesi, yapıcılık, zevkini devam
ettirmesi ve bu yeni görevlerin her birine, karşı konulmaz bir çekicilik
verilebilmesidir. Bunun mantıkla açıklanmasına imkan yoktur; bu O'nun şahsi
sırrıdır.
Türkiye
Eşsiz Kahraman
Atatürk,vatan sana minnettardır.
İsmet İnönü
Cumhurbaşkanı
Çoktan, pek
çoktan beri bu millet bir oğlunun kişiliğinde böylesine kendini bulmamıştı.
Yahya Kemal
Beyatlı
Atatürk
düşünceleriyle bitmeyen insandır.
Orhan Seyfi
Orhon
Gerçeğe giden
bütün yollar O'nda birleşiyor.O'nda tamamlanıyoruz.O'na sırtını çeviren çeviren
düşünce bizden değildir.
Cahit Tanrıyol
Atatürk,dinamik
bir ruha sahiptir.O'na tutunan insan olduğu yerde kalmaz. Atatürk,geliştirici
ve genişletici bir düşünceye sahiptir.O'nun arkasından gidenler geride kalmaz.
Cemal Gürsel
O'na
"Ordu yok"dediler "Yapılır"dedi;"para
yok"dediler."Bulunur"dedi;"Düşman çok"dediler,
"yenilir!" dedi ve bütün dedikleri oldu.
İ.Habib Sevük
Atatürk’ün Bazı Özdeyişleri
-Ne mutlu "Türküm" diyene.
-
Geldikleri gibi giderler.
- Benim
naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti
ilelebet payidar kalacaktır.
- Bu
millete çok şey öğretebildim ama onlara uşak olmayı bir türlü öğretemedim.
-
Yurtta sulh, cihanda sulh.
- Sizlere
saldırmanızı değil, ölmenizi emrediyorum.
-
Memleketin efendisi hakiki müstahsil olan köylüdür.
-
Doğruyu söylemekten korkmayınız.
- Beni
görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi,
benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.
-
Türkiye Cumhuriyeti mutlu, zengin ve muzaffer olacaktır.
-
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
-
Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri !
- Büyük
hedefimiz, milletimizi en yüksek medeniyet seviyesine ve refaha
ulaştırmaktır.
-
Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.
-
Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız askeri zaferlerden sonra,
kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam
edeceğiz.
-
Zafer, "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı ise, "Başaracağım"
diye başlayarak sonunda "Başardım" diyebilenindir.
-
Egemenlik verilmez, alınır.
-
Egemenlik, kayıtsız şartsız ulusundur.
-
Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.
-
Öğretmenler: Yeni nesiller sizlerin eseri olacaktır.
-
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.
- Türk
Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu
olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman
hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz
ve yaşamayacaktır.
ve yaşamayacaktır.
- Biz
Türkler tarih boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.
-
Milletimiz davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği
için başarılı olmaktır.
Bazı Atatürk Anıları
YANINA ALDIĞI İLK ER
O,
Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er
gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağları eriyip kemik ve sinir kalmış bu
Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
— Asker
ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er
irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi.
Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
— Söyle
niçin ağlıyorsun?
İç
Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
—
Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı.
Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini
koydu:
— Üzülme çocuğum, dedi.Gel benimle!
Ve
Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik
oldu.
SAVAŞ EMİRLERİ
Şükrü Kaya'nın, bir 30 Ağustos Zafer
Bayramı gecesi sofrada:
—“Paşam, İstiklal Savaşı'nda Başkomutan
sıfatıyla muharebelerde verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır?"
sorusuna verdiği yanıt:
— Bir gün Kurtuluş Savaşı'nın, Millî
Mücadele'nin askeri tarihini yazacaklar, belki de benim Başkomutan sıfatıyla
verdiğim bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım
buradadır, hep bilirler, ben muharebede daima o cepheden bu cepheye gider,
yapılması gereken hareketleri Komutanlara dikte eder, onlara not ettirir ve
kendilerini de inandırdıktan sonra, 'Şimdi ordu birliklerimize derhal bu
hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla bildiriniz.,.' derdim."
SELANİK
Millî Mücadele henüz bitmiş,
ordularımız Meriç sınırına dayanmıştı. Çankaya'da oturuyorduk. Atatürk'ün
Selanik'ten çocukluk arkadaşı Nuri Conker dedi ki:
—“Paşam, ne duruyorsunuz? Her şey
elinizde. Selanik'teki eviniz boş duruyor. Bir sözünüzle orada oturabilirsiniz.
Size kim engel olabilir?" Atatürk, hepimizin yüzüne baktı ve şunları
söyledi.
—“Böyle bir hareket bütün Avrupa'yı
aleyhimize birleşmeye sevk eder. Büyük bir mücadele iyi bir biçimde sona erdi.
Tehlikeli bir maceraya atılamam."
17 MART 1923 TARSUS
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre
doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları
dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada
ansızın bir olayla karşılaştı.
Millî Mücadele'deki çete giysili bir
kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle
haykırıyordu:
—“Bastığın toprağa kurban olayım
Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için
eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan
(Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa
Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona
şöyle seslendi:
—“Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde
sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."
ELİF, LAM, MİM NE
OLACAK?
Atatürk, Kuran’ın Türkçe'ye
çevrilmesine karar verdikten sonra Kâzım Karabekir Paşa kaygıya düşmüştü. Büyük
bir heyecan ve şaşkınlık içinde bir gün dayanamayarak Atatürk'e sordu:
—“Kuran’ın Türkçeye çevirisini
emretmişsiniz."
—“Evet."
—“Peki, o zaman elif, lam, mim ne
olacak?"
Atatürk hayretle Karabekir'in yüzüne baktı
ve en kolay bir şeyin cevabını verir gibi:
—“Ne olacak, elif, lam, mim yine elif,
lam, mim olarak kalacak" dedi.
Atatürk Devrimleri
Harf
Devrimi
Öğrenilmesi son derece güç
olan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin kullanılmasının sağlandığı harf
devrimi “Türk Harfleri” adıyla 1353 sayılı kanunla, 1 Kasım 1928’de kabul edildi.
Türkçe’nin yapısına en uygun alfabe olduğuna karar verilen Latin alfabesi
alınıp, yeniden düzenlenerek, yurdun dört bir yanında Millet Mektepleri
açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk’te bu
çalışmalara “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sıfatıyla bizzat katılmıştır.
Böylelikle okuma ve yazma kolaylaştırıldığından yurt genelinde okur yazar oranı
artış göstermiş, Modern bir öğretim ve eğitimin gerçekleşmesi çalışmalarına hız
verilmiştir.
Halifeliğin Kaldırılması
1 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ün mecliste yaptığı
konuşma ile halifeliğin kaldırılması gerektiği herkesçe kabul gördü. 3 Mart
1924’te TBMM tarafından çıkarılan bir kanunla halifelik kaldırılarak, yeni
yapılacak ilke ve inkılapların önü tamamen açılmış oldu. Böylelikle yeni
kurulan Türk Cumhuriyeti Devleti’nin laik düzene geçişi kolaylaştı. Yapılacak
ilke ve inkılapların önü açılmış oldu. Saltanat ve Hilafet yanlılarının
dayandığı en önemli güç odağı yok edildi. Din işlerinin doğru ve düzenli bir
şekilde işlemesinin çalışmalarına başlandı. İleriki zamanlarda saltanat ve
halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt
dışına çıkarılmaları kabul edildi.
Saltanatın Kaldırılması
Osmanlı Devleti’nin her döneminde hüküm süren
saltanata artık bir son verilmeliydi. İşte TBMM’nin açılması ile başlayan bu
yeni dönemde, bu konu değerlendirilmiş ve 1 Kasım 1922 tarihinde kabul edilen
kanunla Saltanat kaldırılmış, halifelikte tamamen saltanattan ayrılmıştır.
Atılan bu önemli adım, Osmanlı Devleti’nin hukuki olarak sona erdiği manasına
gelmekteydi. Yapılan bu büyük inkılap sayesinde uluslar arası yapılacak
antlaşmalarda artık Osmanlı Devleti olmayacaktı.
Şapka Ve Kıyafet Devrimi
Atatürk yapmış olduğu
devrimlerde Türk toplumunun uygar milletler gibi giyim ve kuşamda da ileri bir
seviyede olmasını istemiştir. Atatürk ilk olarak bir yurt gezisinde
Kastamonu’da halkın karşısına şapka giyerek çıkmış ve toplumun ilk tepkilerini
ölçmüştür. Kastamonu’nun bir Anadolu şehri olması ve ilk tepkilerinin olumlu
olması ile şapka giyilmesi toplumda kademe kademe rağbet görmüştür. Bu da
yapılacak diğer devrimlere zemin hazırlamıştır. 25 Kasım 1925’te TBMM’de “Şapka
Kanunu” kabul edilmiş, bu kanuna uymayanlar hakkında çeşitli ceza müeyyideleri
uygulamaya konulmuştur. Kadınların çarşaf, peçe gibi kıyafetler yerine çağdaş
giysiler giymeleri sağlanmış, erkeklerde fes yerine şapka giyilmesi kanuni
zorunluluk haline getirilmiş, dinsel kıyafetlerle sokakta gezilmesi de
yasaklanmıştır.
Soyadı Yasasının Kabulü
Soyadı yasası 21 Haziran
1934 yılında çıkarılmıştır. Yasanın çıkarılmasıyla her Türk vatandaşı kendisine
uygun bir soyadı almakla yükümlü tutulmuştur. TBMM 24 Kasım 1934 yılında
çıkardığı 2258 sayılı kanunla, Mustafa Kemal’e Türk’ün atası anlamını taşıyan
“Atatürk” soyadını Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak vermiştir. Yine
1934 yılı içerisinde çıkarılan yasayla insanlar arasındaki ayrıcalıkları
belirten ağa, bey, hacı, hafız, paşa, molla, hanımefendi ve hazretleri gibi
lakap ve unvanların kullanılması yasaklanmış, böylece soyadı kullanımıyla
da yasalar önünde insanların eşit bir hale gelmesi sağlanmıştır.
Eğitim Öğretim Devrimi
Atatürk, Türk toplumunun
eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmesi ile öğrenim gören kişi sayısının
artırılmasını amaçladığı eğitim ve öğretim alanında köklü değişiklikler
yapmıştır. Osmanlı toplumunda yaygın halde bulunan mahalle mektepleri ve
medreseler TBMM tarafından 3 Mart 1924 yılında çıkarılan “Öğretimin
Birleştirilmesi” yasası ile kaldırılmıştır. TBMM, eğitim ve öğretim işlerini
Milli Eğitim Bakanlığı’na vererek, kaldırılan mahalle mektepleri ve
medreselerin yerine bir çok şehirde meslek okulları, öğretmen okulları, teknik
okullar, ortaokul ve liselerin açılması sağlanmıştır. Çıkarılan Üniversiteler
Kanunu ile Darülfünun kaldırılmış yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur.
Medeni Kanunun Kabulü
Cumhuriyetin İlanı
29 Ekim 1923 yılında ilan
edilen cumhuriyet tamamen halkın iradesini gözeten bir yönetim şeklidir.
Cumhuriyet; demokratik bir ortamda, halkın kendi kendisini yönetecek kişileri
seçme ve seçilme özgürlüğüdür. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile
babadan oğula geçen yönetim biçimi olan, padişahlıkta tamamen ortadan
kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile artık Türk milleti kendi yönetim şeklini
de tamamen değiştirmiş bulunmaktaydı. 29 Ekim tarihinde anayasanın bu konuya
ilişkin ilgili maddeleri değiştirilerek ülkenin yeni yönetim şeklide Cumhuriyet
olarak şekillendirilmiştir. Oy birliği ile Mustafa Kemal Paşa
Cumhurbaşkanlığına seçilerek, ilk cumhurbaşkanımız olmuş ve kürsüye çıkarak
şöyle demiştir “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır”.
Türkiye’ nin Yeniden
İdari Teşkilatlanması
Yeni Türkiye Devleti’nin
idari yapılanmasına ilişkin 1921 ve 1924 anayasalarında bazı kararlar
alınmıştır. 1923 yılında yönetim şekli olarak Cumhuriyet rejimi kabul
edilmiştir. 1921 ve 1924 anayasalarında alınan kararlara göre ülke; iller,
ilçeler, bucaklar ve köyler olarak yeni yönetim birimlerine ayrılmıştır.
Kadın Haklarının
Tanınması
Atatürk’ün
yapmış olduğu girişimler neticesinde, Türk kadınlarının iktisadi ve siyasal
yaşama katılımlarının sağlanabilmesi açısından bir dizi değişiklikler
yapılmıştır. Kadınlara, 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme, 1933 yılında
çıkarılan Köy Kanunuyla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 1934’te Anayasada
yapılan bir değişiklikle milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla,
Türk kadını layık olduğu değere kavuşmuştur. Kadınlara tanınan bu hakların o
yıllarda bir çok Avrupa devletlerinde bile bulunmayışı, Atatürk’ün kadın
haklarına verdiği değer ve önemi en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Takvim, Saat Ve Ölçülerde
Değişiklik
Yurt içi ve yurt dışındaki
ticari ilişkilerin düzenlenmesinde, çeşitli kolaylıkların sağlanması adına
yapılan değişiklikleri kapsamaktadır. Ağırlık ölçüsü birimi olarak kullanılan
okka yerine, kilo ve gram, uzunluk ölçüsü birimi endaze yerine, metre ve
santimetre gibi ağırlık ve ölçü birimleri getirilmiştir. 1925 yılında çıkarılan
kanunla Hicri ve Rumi takvimler yerine Miladi takvim kabul edilerek 1 Ocak
1926’dan itibaren de kullanılmaya başlanmıştır. Güneşin batışına göre ayarlanan
saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi kabul edilerek modern saat
uygulamasına geçilmiştir. Milli bayramlar ve tatil günleri yeniden
düzenlenmiş,1935 yılında çıkarılan kanunla hafta tatili Cuma’dan,
Cumartesi öğleden sonra ve Pazar gününe alınmıştır.
Atatürk İlkeleri
Cumhuriyetçilik
Cumhuriyetçilik,
devletin siyasi rejim olarak Cumhuriyeti benimseme, Cumhuriyeti fazilet rejimi
olarak tanımlama ve değerlendirmesi demektir. Cumhuriyetçilik siyasi rejim
olarak Cumhuriyetten hareket eder, Cumhuriyeti savunur.
Cumhuriyet
dar ve geniş anlamda kullanılır. Geniş anlamda cumhuriyet, egemenlik topluluğun
bütününe, millete aittir. Dar anlamda cumhuriyette ise sadece devlet başkanının
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için
seçilmesi anlaşılır.
Cumhuriyet
bir devlet veya hükümet şekli olarak da ifade edilir. 29 Ekim 1923’de yapılan
anayasa değişikliğinde “Cumhuriyet” bir devlet şekli olarak belirlenmiştir.
Demokrasinin
en gelişmiş şekli, en ileri hüviyeti ile görünümü cumhuriyetle sağlanır.
Atatürk İnkılâbı’nda Cumhuriyetçilik ana ilke ve esas değerdir. Çünkü
Cumhuriyet, Atatürk İnkılâbı’nın bütün verimlerini temsil eden bir devlet ve
hükümet şekli olarak değiştirilemez bir nitelik taşır. Bu ilke yeni Türkiye
Devleti’nin temelidir. Bu niteliği ile Cumhuriyetçilik yeni Türk devletini
yaratan Türk İnkılâbı’nın siyasal görüşüdür.
"Yaptığımız
ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamıyla
çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir.
Devrimlerimizin asıl ilkesi budur"
Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet
idaresidir (1924).
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir(1933).
Laiklik
Osmanlı
İmparatorluğu dönemindeki batılılaşma hareketleri sırasında aydın kesimde
beliren; din işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulması, biçiminde
özetlenebilecek laik anlayışı, bu hareketlerle ilgilenen Atatürk'ü de etkilemiştir.
Bunun üzerine Atatürk din olgusunu çağdaş bir anlayışla belirlemiştir.
Milli
mücadele ile bağımsızlığına kavuşmuş olan Türk milleti bu savaşın hemen
bitiminde, medeni bir devlet olarak, yaşamak niteliğini kazanma yolunda dini
devletten sıyrılmış, lâik devlet niteliğini kazanmıştır. Lâiklik Türk
inkılâbında kademe kademe gerçekleşmiş, devlet, hukuk ve öğretim sistemlerinde
kendini göstermiştir. Cumhuriyet idaresinde devletin ve hukukun lâikleşmesi,
yeni kurulan modern devletin esas prensibini ve inkılâbında esas hedefini
teşkil etmiştir. Bu bakımdan lâiklik, lâik devlet anlayışı, Türk inkılâbının
bir esas prensibi olarak gerçekleşmiş, 1937 de yapılan bir değişme ile
Anayasada yer aldığı gibi, 1961 ve 1982 Anayasalarında devletin temel niteliği
olarak 2. maddede de sayılmıştır.
Lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için
vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Atatürk’e göre “lâiklik” yalnız din ve
dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve
din özgürlüğü demektir.
Laik idarede din asla devlet işlerine karışmaz. Yasalar yapılırken eskiden
olduğu gibi dine uygunluk değil, çağın gereklerine cevap verip vermemesi önem
kazanır.
"Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse, hiç bir
kimseyi ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiç
bir zaman, siyaset aracı olarak kullanılamaz.
Büyük bir devlet adamı ve inkılâpçısı olan Atatürk, insana ve insanın toplumsal
ilişkilerine büyük değer vermektedir. Atatürk’e göre “Din bir vicdan
meselesidir” dine saygı, inanan kişinin haklarına saygının bir sonucudur.
"Din bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.
Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece, din
işlerini devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz." (1926)
Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele
kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir (1930).
Milliyetçilik
En gelişmiş toplum düzeni olarak millet,
insanlık ailesi içinde belirli tarihi aşamalardan geçerek oluşmuş bir düzeni
ifade eder. Milliyetçilik de millet gerçeğinden hareket eden, bir fikir akımı
ve en geçerli sosyal politika prensibidir. Milliyetçilik millet gerçeğine dayanmaktadır.
Milliyetçilik, kendilerini aynı milletin üyesi sayan kişilerin duydukları, bir
arada, aynı sınırlar içerisinde, bağımsız bir hayat sürmek ve teşkil ettikleri
toplumu yüceltmek isteğidir.
Milliyetçilik,
yani millet duygusu bir millete mensup fertlerin, milli tarihlerine,
milletlerin mazideki hem parlak başarılarına, hem de felaket ve ızdıraplarına
karşı derin bir ruhi bağlılık ve hürmet hissidir. Milliyetçilik sadece ortak
geçmişe bağlılık değil, istikbale yönelik amaç, gaye ve düşünceler açısından da
birliktelik ifade eder.
Atatürk
Milliyetçiliği kaynağını Türk Milleti’ne olan sevgi, inanç ve güvenden
almaktadır, birleştirici ve toplayıcı nitelikte ve millet yararınadır.
Milliyetçilik
ilkesi, aynı zamanda milli iradeyi egemen kılmayı ve milli bağımsızlığı
hedefler. Diğer bir ifadeyle milliyetçiliğin hukuki yönü bir yandan milli
egemenliğe diğer yandan da milli bağımsızlığa dayanır.
Atatürk,
hürriyet mücadelesi yapan topluluklara kurtuluş ümidi ve aşkı verdiği gibi,
kurtuluşun yolunun da milliyetçilik olduğunu göstermiştir.
Birleştirici,
yapıcı, yaratıcı, insani ve medeni bir milliyetçilik anlayışı Atatürk’ün fikri
yapısının temel dayanağını teşkil etmiştir.
Atatürk'ün Milliyetçilik ilkesi ulusal kişilik ve benlik duygusunun ifadesidir.
Bir ulusun diğer uluslara bakarak, doğal ve kazanılmış özel karakterlere sahip
olması, diğer uluslardan farklı bir varlık meydana getirmesi, genellikle
onlardan ayrı olarak onlara paralel gelişmeye çalışması anlayışına
milliyetçilik ilkesi denir.
Atatürk'ün
Milliyetçiliği aynı zamanda geniş bir hoşgörüye de sahiptir.
"Gerçi,
bize ulusçu derler ama biz öyle ulusçularız ki bizimle işbirliği yapan tüm
uluslara saygı gösteririz. Onların bütün ulusal gereklerini tanırız. Bizim
ulusçuluğumuz, herhalde, bencil ve kendini beğenmiş bir ulusçuluk değildir
Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir (1930).
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trakyalı her bir soyun evlatları ve aynı cevherin damarlarıdır (1923).
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trakyalı her bir soyun evlatları ve aynı cevherin damarlarıdır (1923).
Halkçılık
Halkçılık; cumhuriyetçilik ilkesinin
içerdiği demokratik özgürlükçü, çoğulcu yönetimin yasalardaki bir hak olmaktan
çıkarılıp, işlerliğe kavuşturulmasını; yönetimde, siyasada, kalkınmada,
gelirlerin dağılımında, devlet ve ulus imkanlarının kullanılmasında halk
yararının gözetilmesini amaçlar. Bu amaç doğrultusunda devleti, önlemler almak,
yasalar çıkarmak, düzenlemelere gitmek, engelleri ortadan kaldırmakla görevli
kılar.
Bizim halkımız, yararları birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil, tersine
varlığı ve gayretleri birbirine gerekli olan sınıflardan oluşur. Bu dakikada
dinleyenlerim, çiftçilerdir, sanatkarlardır, tüccarlardır ve işçilerdir.
Bunların hangisi, ötekisinin karşısında olabilir. Çiftçilerin, sanatkarlara;
sanatkarların çiftçilere ve çiftçinin, tüccara ve bunların hepsinin, ötekine ve
işçiye ihtiyacı olduğunu kim yalanlayabilir?"
İç
siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine
sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir.(1921)
Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum istemidir.(1921)
Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum istemidir.(1921)
Türkiye
Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil, fakat kişisel ve
sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak
görmek, esas prensiplerimizdendir.(1923)
Devletçilik
Ekonomik
kalkınmayı, çok kısa zamanda gerçekleştirmeyi öngören Atatürk buna uygun
olarak Devletçilik ilkesini benimsemiştir. Bu takdirde karşı karşıya kalınacak
güçlük şudur: "Devletle bireyin karşılıklı faaliyet alanlarını
ayırmak..." İlke olarak devlet, bireyin yerini almamalıdır. Fakat bireyin
gelişmesi için, genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de bireyin
kişisel faaliyeti, ekonomik kalkınmanın asıl kaynağı olarak kalmalıdır.
Devletçilik
ilkesi Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş ve o dönem için Türkiye'ye özgü bir
sistem olup, devletle bireyin birbirine karşı değil, birbirini bütünleyici
olması nedeniyle de dönemindeki ekonomik sistemlerden ayrılmaktadır
Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi
faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin
ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket
ekonomisini devletin eline almak. (1936)
Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır.(1930)
Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır.(1930)
İnkılapçılık
İnkılâpçılık,
Türk İnkılâbı’nın korunması, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde çağın
gerçeklerine göre sürekli olarak geliştirilmesi ve yenilenme ilkesidir.
Geçmişten ziyade geleceğe dönük bir ideoloji olan Atatürkçülüğün dinamik
idealini oluşturur.
Yakınçağın
en önemli inkılâplarından birisi olan Türk İnkılâbı, aynı anda siyasi
toplumun temelini ümmet esasından millet esasına çevirmiş, meşru siyasi
iktidarın temeli olan kişisel egemenliğe son vererek millet egemenliğini ilan
etmiş, dine bağlı (teokratik) devlet yapısı yerine lâik devlet yapısını
geçirmiş ve modernleşme ile geleneksellik arasında bocalayan bir toplumu bir
ikilikten kurtararak Türkiye’nin yönünü geri dönülmez bir şekilde çağdaş Batı
uygarlığına döndürmüştür.
Atatürkçülük’te
inkılâpların korunması ve yaşatılması büyük önem taşır. Bunun en etkin yolu
inkılâpları halka anlatmak ve ona maletmektir. Ayrıca bunun için inkılâpların
temel ilkelerinden ödün vermemek ve inkılâbı yıkmak isteyen eski düzen
yanlılarına karşı uyanık bulunmak gerekir. Çünkü bir toplumda eski düzene ne
kadar çağdışı olursa olsun, onun taraftarları yaşamaya devam eder.
Bunlar genelde çıkarları eskiye bağlı olanlarla, geleneksel düzenin yüzyılların
kökleştirdiği alışkanlıklarından vazgeçemeyen çevrelerden oluşur. İnkılâbın bu
gibi çevrelerden gelebilecek tepkilere karşı kararlılıkla korunması,
inkılâpçıların, özellikle Atatürk’ün Cumhuriyet’i emanet ettiği Türk
gençliğinin görevidir.
İnkılâpçılık, elbette sadece Türk İnkılâbı’nı korumak anlamını taşımaz. Tek
başına böyle bir anlayış inkılâbı dondurmak, onu ölüme mahkum etmek anlamına
gelir. Bu nedenle Türk İnkılâbı’nın dinamik idealinin gerçekleşmesi, çağdaş
uygarlık düzeyinin gerektirdiği atılımların yapılmasını gerektirir. Çünkü
uygarlık yolunda başarı, yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik
hayatta, bilim ve fen alanında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu
budur. Bu nedenle inkılâbın temellerini her gün derinleştirmek ve güçlendirmek
gerekir. Yenileşmeye ayak uyduramayan milletlerin hayatında çöküş başlar.
Yaptığımız
ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gâyesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen
çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır (1925).
Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük (1925).
Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük (1925).
Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi,
benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.
Türk
Milleti’nin istidadı ve kat’i kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan
ilerlemektir.